T R A K Y A ' N I N S E S L E R İ Müzik Romandır, Roman Müziktir... “ Sanatçı Açıklaması ”
Trakya’nın Keşan ve çevre bölgesinde iki yıl süren özgün çalışması ve aile arşivinden kayıtlarla harmanladığı ilk bağımsız belgeselinde kanun sanatçısı Bülent Sesler, Keşan’da müzisyenlerin eksik olmadığı zengin ve bol ezgili meyhane ve kahve kültürünü, davul yapımını, çubukla davul çalmayı, kurbağacı ve bamyacıların hazin ama gerçek öykülerini, geleneksel dallık bahar festivalini, at arabalarının ve nalburların öyküsünü, cambaz denen hayvancıların dünyasını, bir düğün hazırlığındaki çalgıcıların provasını, her ziyaretinde Keşanlıların deli olduğu, düğünlerine davet etmek için kavga ettiği Lapsekili Tayfur’u, Orhan Gencebay aşığı Özgür’ü, yaşları küçük ama umutları büyük geleceğin müzisyenleri Keşan çocuklarının çok sesli dünyalarını, Trakya’nın leziz satır etinin ustalarını kısacası Trakyalı Romanların büyüleyici ritmik dünyalarını anlatıyor. Bu belgeseli niçin ve nasıl derlediğinin öyküsünü Bülent Sesler’in kendisinden dinleyelim:
“…Ben Bülent Sesler, atalarım Selanik’ten mübadele zamanı göç etmişler Trakya topraklarına. Hem ana, hem baba tarafından yedi göbek müzisyen bir aileyiz.
Babam Selim Sesler’in gençlik zamanında müzisyenlik icra etmek, üstadlarla çalmak çok zormuş. Ben henüz yedi yaşındayken babam İstanbul’a gelmiş ve nota bilgisini muziki cemiyetlerinde üstadlarla pekiştirmiş, dönemin en iyi gazinolarında büyük ses sanatçılarına eşlik etmiş…
İlkokul yıllarımda başladığım müzik hayatımda ‘16’ farklı ülkede Trakya Roman müziğini babamla ve diğer uluslararası etnik gruplarla farklı turne ve festivallerde gururla temsil ettik. 2008 yılında yedi farklı ülkeden derlediğim repertuardan oluşan ilk albümüm "World Gypsy Music, Gypsy Sounds of Istanbul"u kaydettim. Bu yaşıma kadar birçok uluslarlarası sanatçıyla çalışma imkanım oldu, bunların arasında ABD'nin saygın sanat kurumu "Carnegie Hall The Weil" enstitüsünün organize ettiği kültürel değişim programında trompetçi Maurice Brown ve Açıkhava da ön sahne aldığımız Robert Plant bulunuyor, Fatih Akın'ın iki filminde çaldık, Cannes film festivalinde kırmızı halı da yürüdük, Venedik Bienali, New York MayFest, İstanbul Büyükşehir Belediyesi 'Medeniyetler Geçiti' konserleri ve 2010 Kültür Başkenti programı kapsamında Ruhr ve Paris festivallerinde, Kanada turnesi yaptık, en son da BBCnin 10.yıl kutlamaları için Londra da sahne aldık. 'Rast Tiyatro' grubuyla ‘gülün öpüşü: bir roman müzikali’ Hollanda, Almanya ve Belçika yı içeren bir turne yaptık. Emmy ödüllü 'Relic Hunter with Ian Grant' belgeseli 'Ayvansaray' çekimlerinde yer aldık.
Bu belgeseli yapmak bir zorunluluktu benim için… Zira, dile kolay, ‘44’ senedir klarnetini üfleyen babamın da dediği gibi “Romanların yaşam koşulları çok kötü. Çoğu işsiz ve açlık sınırında yaşıyor. Romanlara yönelik, toplumdan kaynaklanan bir ayrımcılık var. Devlet müdahalesiyle bu ayrımcılığın ortadan kalkacağına inanmıyorum. Zihniyetin değişmesi lazım ve bu kolay değil. Trakya’da çok Roman var. Bir fabrika açılıyor ve insanlar iş başvurusunda bulunuyorlar. Romanlar’ın kimliklerinden dolayı çoğunlukla işe alınmadığını biliyorum.”
Bir gözlemimi paylaşayım: Ocak ayında, karlı buzlu bir gün bizim memleket Keşan da babamın evinden sokağa bakıyordum ki, iki tane gencecik roman kızı gördüm. Bu dayanılmaz balkan soğuğunda annemlerin karşı mahalleden komşuları olan bu iki kızcağız, eski bir tahta kapı bulmuş, üzerinde de ufak tefek tahta parçaları, güçleri kuvvetleri yettiği kadar yavaş yavaş dinlene dinlene çekiyorlardı, eve götürüp soba da yakıp çoluk çocuk ısınacaklar, içim parçalandı, mahalleli arasında lakapları da çobancık, şarkıları bile var:
Bence biz Roman milletinin en büyük sorunu eğitimdir. Önce eğitim. Okumadan, çalışmadan ev, meslek, sigorta sahibi olunmaz ki! Sulukule deki evleri yıkılarak dağ başındaki TOKİ binalarına sürülen Romanların başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Halbuki, onca Roman sanatçının doğup büyüdüğü Sulukulemiz Romanlar için yeniden inşa edilerek bir Roman açıkhava müzik akademisine dönüştürülseydi fena mı olurdu? Herşeye rağmen, ben de gittim, Türkiye’nin dörtbir köşesinden gelen Romanlar, 14 mart 2010 pazar günü Abdi İpekçi Spor Salonunda, Türkiye’ye birlik, beraberlik, dostluk, kardeşlik, vatanına milletine, devletine, bayrağına bağlı bir toplum olduğunun mesajlarını verdik, dünyaya gösterdik, şahsen Roman kimligimle çok gurur duydum, daha iyi anladım ki, bir daha dünyaya gelirsem ÇİNGENE olarak gelirim inşallah.
Önce Türk’üz, sonra Çingene…
Yüzyıllarca Osmanlı ‘buçuk’ millet demiş bize, oradan oraya sürüklenip durmuşuz ama özgür ruhlarız biz. Kimse bizi kolay kolay teslim alamaz, yedirtmeyiz hakkımızı, insanı gözünden tanırız. Kimse gocunmasın ama, kendi müziğimizi en iyi biz çalar, söyleriz. Müzisyen dayım “öncelikle Türk halkı romanlara olan bakış açısını değiştirmeli, tamam herşey eğitimle başlar ama eğitimli insanlarımıza da aynı düşünceyle bakıyorlar, bunu gördüm, bunu duydum” diyor…
Romanların çok sesli, çok renkli, kendiyle yetinmesini bilen mutlu olduğu kadar bilge, müzikal dünyalarını ve efsane klarnet virtüözlerini anlatan bir belgesel ve ‘Gypsy Jazz & Klasik Roman Çeşitlemeleri’ isimli müzik projelerim üzerine çalışmalarım devam etmektedir.
Türk halkı müzik hakkında yanlış bilgilendiriliyor TV programlarındaki bazı programlar yüzünden. Bazı kişiler de sadece fon almak için biz romanları çekiyorlar, ama ‘hayrına çekiyoruz’ yalanını söylüyorlar, çektikleri yoksullara yardım etmiyorlar. Bir gönül borcu olarak kendi memleketim Keşan ve bölgesinde baba yadigarı amatör bir kamerayla biz romanları kendi dillerinden aktarmaya çalışabildiysem ne mutlu bana…
Bu belgeseli ve içinde yer alan tüm şarkıları müzisyen atalarıma, Trakya’nın 9/8 lik tüm Sesler’ine, en başta rahmetli Amcam Yaşar Sesler’e, besteci babam Selim Sesler’e, rahmetli anneannem Emine Gümüş’e, müzisyen bir ailenin onca kahrını çekmiş vefakar anam Nuran Sesler’e, canım üç çocuğum Merve, Nuran ve Übeyt’e, ilerici ve aydın insanların yaşadığı memleketim Trakya da albüm çıkaramamış, diyeceğini diyememiş, düğünlerde çalmaktan öte gidememiş ama hayatını geleneksel müziğimize adamış sayısız onca müzisyenin aziz hatıralarına adıyorum.
Bülent SESLER Ocak 2011
BELGESEL SAHNELERİ
“TRAKYA’NIN SESLERİ” 54’dakika
Proje – Yapım- Kamera – Kurgu – Müzik - Seslendiren: Bülent SESLER
BAŞLANGIÇ SAHNESİ – KEŞANA GİDEN YOLLAR
“Ben, Bülent Sesler…Atalarım Selanik’ten mübadele zamanı göç etmişler Trakya topraklarına. Hem ana, hem baba tarafından yedi göbek müzisyen bir aileyiz.
Bu belgeseli yapmak bir zorunluluktu benim için. Dile kolay, ‘44’ senedir klarnetini üfleyen babamın da dediği gibi biz romanların yaşam koşulları çok kötü. Çoğu işsiz ve açlık sınırında yaşıyor. Nice hazin öyküler saklıdır Keşan'ın arka sokaklarında. Şimdi hep beraber memleketime gidelim, Keşan'ın çoşkulu seslerini izleyelim, dinleyelim, onların rengarenk dünyalarına misafir olalım. İlk durağımız bir keşan meyhanesi. Ayçiçekleriyle bezenmiş Trakya’da bir zamanlar Türkiye’nin en çok alkol tüketen ilçelerinden biri olan Keşan meyhane ve kahvehane kültürüyle nam salmıştır. Eski meyhanelerin öyküsünü 45 yıllık bir müdavimin kendi ağzından dinleyelim:
KAHVE SAHNESİ
Keşan ve çevresi nice içki sofralarına meze olmuş satır etiyle ve köfteleriyle de meşhurdur…
SATIR ET SAHNESİ
Atlar ve at arabaları günlük yaşamın bir parçasıdır Keşan da…
Arka sokaklardan birinde yürürken bir nalcıya rastgeliyorum …At kaydığı için nalın üstüne lastik takan sahibini izleyelim…
AT ARABALARI SAHNESİ
KEŞANLI MÜZİSYENLER SAHNESİ
Keşan da müzisyenlerin ne kadar zor şartlarda para kazandığını anlatan Yaşar Aşrav bize kısa da olsa kemanla geçiş yapıyor…
LAPSEKİLİ TAYFUR SAHNESİ
Her ziyareti bir olay olan, düğün sahiplerinin uğruna kavga ettiği Lapsekili Tayfur müziğe nasıl başladığını anlatıyor…
KURBAĞALAR SAHNESİ
Çeltik tarlalarıyla meşhur Trakya’nın kurbağacılarını bilirmisiniz? Kilosu 4 milyondan fabrikaya satılıyor Kurbağalar. Zor zanaattir kurbağacılık. Soğuk gecelerde ıslak ve sülük dolu nehirde lüx lambası elinizde saatlerce dolanırsınız.
BAMYACILAR SAHNESİ
Keşana 3 kilometre uzaklıktaki Roman köyü Siğilli, bamyası ile meşhur. Röportajımızda köy muhtarı bamyacılık sorunlarını anlatıyor bize…
HAYVANCILIK – CAMBAZLAR SAHNESİ
Keşana 8 kilometre uzaklıktaki Roman beldesi Paşayiğit te ana geçim kaynağı hayvan alım satımıdır. Cambaz deriz bu işi yapanlara .Pazarlıkta yapılan el hareketleri çok önemlidir. Kendimi bildim bileli Paşayiğitin olgun insanları fötr şapka takarlar.
DÜĞÜN SAHNESİ
Keşanımız dillere destan geleneksel kız alma ve roman düğünleriyle de ünlüdür. Bir yaz düğünü öncesi prova yapan Kemalettin ve ekibi bize küçük bir rezitans veriyor..hep beraber dinleyelim…
DAVUL YAPIMI ve ÇUBUKLA DAVUL ÇALMA SAHNESİ
Davulun derisi patlar ve Aytekin Yüktaşıyan davuluna deri takar, davulun dikim işlemi tam bir saat sürüyor. Çubukla davul çalmak sadece Trakya müzisyenlerine özgü birşeydir. Memleketimde çok güzel çubukla davul çalanlar var bunlardan biri de Selahattin Koçan…
GELENEKSEL DALLIK ŞENLİKLERİ SAHNESİ
Geleneksel Dallık şenliklerine ailece çocukluğumdan beri gideriz. Yöre halkı için resmi ve dini bayramlar kadar önem taşıyan bir gündür. Genel olarak her yıl Mayıs ayının son pazarı kutlanır.Yöre halkı bir gün önceden, en güzel yemeklerini yaparak günün ilk saatlerinden itibaren güneş doğuşuna kadar gece karanlığında koruluğa göç eder. Bu göç esnasında her türlü vasıta (At arabası, öküz arabası, traktör, otomobil v.s.) kullanılır.
Biz romanlar, pomaklar, gacallar, turkmenler, patriotlar, mubadiller, gocmenler tum trakya'nin insanlari biraraya gelirler, oglak cevirmeler, kizarmis biberler, sarmalar, salatalar, bilimum peynir ve meze cesitleri, salatalar, zeytinyaglilar, kofteler, lingo lingo siseler (rakilar) 9/8lik ritmde muzisyenlerin yeni ve eski tum repertuvarlarini sergilemeleri, meyhane havalari esliginde tuketilir, eglenilir, yaşanır. Şimdi 2008 ve 10 yıl öncesi 1998 dallık şenliğine davetlimsiniz…her beraber dinleyelim.
YAŞAR GÜMÜŞ BAHÇE SAHNESİ
Annemin ağabeysi, onun için söylenecek çok fazla söze gerek yok. Oğlu çalıyor, anne ağlıyor…bando sahnesi.
FİNAL
Bence biz Roman milletinin en büyük sorunu eğitimdir. Önce eğitim. Okumadan, çalışmadan ev, meslek, sigorta sahibi olunmaz ki! Yüzyıllarca Osmanlı ‘buçuk’ millet demiş bize, oradan oraya sürüklenip durmuşuz ama özgür ruhlarız biz. Kimse bizi kolay kolay teslim alamaz, yedirtmeyiz hakkımızı, insanı gözünden tanırız. Kimse gocunmasın ama, kendi müziğimizi en iyi biz çalar, söyleriz. Öncelikle Türk halkı romanlara olan bakış açısını değiştirmeli, tamam herşey eğitimle başlar ama eğitimli insanlarımıza da aynı düşünceyle bakıyorlar, bunu gördüm, bunu duydum. Romanlar çok sesli, çok renkli, kendiyle yetinmesini bilen mutlu olduğu kadar bilge insanlardır. Bir gönül borcu olarak kendi memleketim Keşan ve bölgesinde baba yadigarı amatör bir kamerayla biz romanları kendi dillerinden aktarmaya çalışabildiysem ne mutlu bana. Bu belgeseli ve içinde yer alan tüm şarkıları müzisyen atalarıma, Trakya’nın 9/8 lik tüm Sesler’ine, en başta rahmetli Amcam Yaşar Sesler’e, besteci babam Selim Sesler’e, rahmetli anneannem Emine Gümüş’e, müzisyen bir ailenin onca kahrını çekmiş vefakar anam Nuran Sesler’e, canım üç çocuğum Merve, Nuran ve Übeyt’e, ilerici ve aydın insanların yaşadığı memleketim Trakya da albüm çıkaramamış, diyeceğini diyememiş, düğünlerde çalmaktan öte gidememiş ama hayatını geleneksel müziğimize adamış sayısız onca müzisyenin aziz hatıralarına adıyorum…Bülent SESLER